28 Mart 2009 Cumartesi

Neydi yaşamak..


Hani uykusu kaçar insanın, yerli yersiz ilerleyen yıllarda..
Oysa ne kolay uyunur, ömür henüz uzun, ölüm uzakken ufuk çizgisinden..
Düzeltiyorum, öyle değildir de aslında, bizce öyle sanılırken..
Bazan yağmur seyredilir, bazan incecik yağan kar, dalan gözlerle bir cam ardından..
Gözler dolar, iç yanar, hüzün kol gezer insanın göz bebeklerinde..
İnsan sahip olduğunu varsaydıklarını düşünüp, ki aslında hiç bir şeye sahip değildir, avunmaya çalışırken aslında anlar, hayatının nasıl bir kuru tarla olduğunu..
Hepsi bir avuntudur hayat oyununda..
Avutmaz insanı ne iş,ne para, ne pul..
Onlarda yoktur ya çoğunlukla..
Yarısı yenmiş bir sabah simidi gibidir ömür.. Soğuk, tatsız ve kuru..
Dışa akamayan gözyaşları genze kaçan deniz suyu gibi yakar, yakar..
Niye bu kadar zordur konuşmak, yeri geldiğinde niye dökülmez dudaktan kelimeler..
Nedir kısıtlayan bizleri konuşmaktan bile, ölümlü olduğumuz biline biline ve aslında çokda istenirken konuşmak...
Bazan bir kaç saat, bazan tek bir gün yeterlidir kelimelere dökmek için, yıllaraca birikenleri..
Zaman ırmağı çok hızlı akmakta..
Zaman yok ki, yarın konusunda..
İnsan ölümlü ölümlü olasında keşkeler kızgın yağ misali içi dağlamakta..
Merhemde ulaşamaz, zamanda kapatamaz..
Zaman iyi öğretmendir ama, sevginin üstünü örtmekle yetinir ince bir tülle, tümden silmeye o da kıyamaz..
Zaman bilirki sevgi olmazsa onunda hükmü kalmaz..
...........................
Yine ninem geldi aklıma..
Bana anlattığı mutlu biten masallar..
Hani gökten üç elma düşmüş nakaratı ile başlayıp, bir ömür mutlu yaşamışla biten..
Bazan tek bir güne sığar mı bir ömür, merak ettiğim bu bazan..
...............................

Zamanın ninnisi

HAYATA DAİR
Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat,soluk almak güçleştiğinde, yüreğin susup,mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını,dağlara dönmeli yüzünü insan.
Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli yüreğini ferahlatacak;yeni insanlarla tanışmalı, yeni keşifler yapacak...
Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa,gerçekleştirmeyi denemeli!
Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını;zamanın bir nehir, kendisinin bir sal olup da,O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı.
Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler,her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri;küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin,bir kaç durak önce inip servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar,yüreğine takmalı güneş gözlüklerini; gördüğünü hissedebilmeli!
Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,değerli olabilmeli hayat!
İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için!
Başkasının yerine koyabilmeli kendini;ağlayan birine'gül',inleyen birine'sus'dememeli!
Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!Şu; adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı;sevgisiz, soysuz kalarak!
Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden,derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine...
Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir,seher yeli okşamalı saçlarını...
Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna;fırtınada boranda; öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!
Bir çocuğun ilk adımlarında umudu;bir gencin düşlerinde geleceği;bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli!
Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi,mutlu etmeden mutlu olmayı beklememeli!
Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı;bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için;Çünkü; hiç düşmemişsen,el vermezsin kimseye kalkması için,hiç çaresiz kalmamışsan,dermanı olamazsın dertlerin;ağlamayı bilmiyorsan,neşesizdir kahkahaların;merhaba dememişsen,anlamsızdır elvedaların...
Ne, herkesi düşünmekten kendini,ne; kendini düşünmekten herkesi unutmamalı!
Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın;hep vermek ya da hep almak için...
Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere...
Hafızası olmalı insanın;hiç değilse, aynı hataları, aynı bahanelerle tekrarlamaması için!Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak!
Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!
Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi;ama, kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki,hakkını verebilsin sevdiklerinin;zaman bulabilsin; bir teşekkür, bir elveda için...
Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer;asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten; ama,herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan!
Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı!
ALINTIDIR

25 Mart 2009 Çarşamba

Bugün ben bir çiçek gördüm..


Bugün baharın ilk çiçeğini gördüm yaşadığım şehirde.

Onun bir özelliği vardı, doğaldı , doğada açmıştı..

İncecik başını uzatmıştı topraktan..

Toprak nemliydi, yumuşaktı..

Zor olmamıştı zarif çiçek için..

Toprak çiçeğe, çiçek bahara kendini hazırlamıştı..

Çiçek küçük mor- beyaz bir çiğdemdi..

Yerden sadece bir kaç cm uzundu..

Ama ne kadar güzeldi..

Birini hatırladım.

Çok soğuk ve uzak bir şehirde yaşardı..

Çiçeklerin geç açtığı bu şehirde, en önce açan, bu küçük çiçekleri görmek için martın ilk haftasından itibaren şehrin dışına çıkardı..

Küçücük çiğdemler nasılda umut oludu o soğuk iklimde baharı bekleyen kadın için..

Çiğdem bana onu anımsattı..

Dileğim küçük bahar çiğdemlerinin, herkese umut olması..

Umut her zaman vardı..

..........................

24 Mart 2009 Salı

Güneşli Kar


Bahar, bahar, bahar..
Gelmesi dört gözle beklenen mevsim..
Hayatta böyledir ya..Hep bir bahar beklenir..
Baharın adı bazan bir sınav sonucu, bazan bir ev, bazan bir iş, bazan bir ayakkabı, bazan bir özlenen, ya da ne bileyim temiz çıkması beklenen bir test sonucudur..
Böyle gelir geçer ömür, sonuçda insanın kendini tanımasına bile yetmez verilen süre, başkalarını tanımak ne mümkün..
Her şey apar topar hızla yaşanır, yapılır ve hazırlıksız yakalanılır ölüme yaş kemale erse bile..
Neden böyle, niçin böyle bilinmez ki, demek ki oyunun oynanma biçimi bu..
................................

23 Mart 2009 Pazartesi

papatya

Papatya Çiçeği ( Nazan )
..................
Sen mahallenin en güzeli
Ben mahallenin kabadayı erkeği
Sen saçına takardın papatya çiçeği
Ben omzuma atardım çeketi

Elli adım öteden yayılırdı kokun
İçime çekerdim bütün havayı
Her dafasında kesişirdi yolumuz
Erim erim erirdi bu kabadayı

Hep içim burkulurdu seni gördüğümde
Farkımız çoktu aramızda,farkındaydım
Sen tahsilli, okumuş idealleri olan biriydin
Ya ben, boş gezenin boş kalfasıydım

Geceleri pavyonlara korumalık yapardım
Ne yosmalar iş atardı da, dönüp bakmazdım
Papatya çiçekli sevdamdın sen benim
Seni bir an bile aklımdan çıkaramazdım

Sabaha karşı dönerdim eve, yarı sarhoş
Her defasında anacığım,utan derdi boyundan posundan
Nazan derdim ana, ana Nazan
Derdi, önce adam ol adam, sonra sevdalan

Ah ah, bilmezdi içimde kopan fırtınaları
Kaç mahallede adını bağırmışımdır gece yarıları
Sonu olmayan bir sevdanın peşinden gidiyordum
Alıştırmıştım kendime seni severek yaşamayı

Aşkın önünde duramıyor insan, kabadayıda olsa
Öyle bişey ki o, süt dökmüş kediye dönüyorsun
Yakarsın, yıkarsın ortalığı biri gelip tiske vursa
Aşk vurduğunda susuyorsun

Biz uzaktan severiz ama yürekten severiz
Biz aşkı sevgilinin gözlerinde yaşarız
Git dediğinde çekip gitmesinide biliriz
Gömeriz sevdaları göz yaşlarımıza
Akıtmayız yaşları içimizden ağlarız
...................
27 Ocak 2001
Ş.Ozan Özdemir
...........................

22 Mart 2009 Pazar

Menekşe

Mor Menekşe Solmamalı....

Mor menekşe solmamalı,
Gözler yaşla dolmamalı,
Seven zalim olmamalı,
Mor menekşe solmamalı.

Menekşe boynunu bükmüş,
Sanki o dünyaya yükmüş,
Bildim sevdan çok büyükmüş,
Mor menekşe solmamalı...

Yusuf Önder Bahçeci

20 Mart 2009 Cuma

Sevgi Kokusu


Hayatın bir rengi vardır doğru..


Bazan gök mavisi, bazen deniizn engin mavisinde dalgalanan bir huzur, bazan kırmızı bir narçiçeğinin yaprağında neşe ne bileyim yağan karın altında beyazdır mesela


Bize her renk bir şeyi çağrıştırır değil mi, farkında olmasakda değil mi??

Peki ya hayatın bir kokusuda varmıdır sizce??


Hatta sevginin kokusu var mıdır yaşamın içinde?


Aç ve yorgun gelinen bir evde pişen sıcak bir çorbanın kokusu sevginin kokusu olabilir mi yerine göre..


Veya ne bileyim küçük bir çocuğun elinden alınan bir papatya mesela, buruna götürüldüğünde duyulan koku küçük çocuğun minicik yüreğindeki sevginin kokusu olabilir mi, veya sevecen bir elden alınan kırmız bir gül, mor menekşe bir yüreğin sevgisinin kokusunu taşıyabilir mi size..


Neden olmasın..


Sevginin de vardır bir kokusu..
Hemde ne eşsiz bir koku..


Bazan bir kap yemekte, bazan çok güzel bir çiçekte, bazansa yağmur sonrası gelen bir sabah esintisinde..


Koklayın havayı hak verceksiniz..
VE HERKESİN SEVGİSİNİN KOKUSUDA KENDİNE ÖZGÜ..


....................

12 Mart 2009 Perşembe

Bahara merhaba

Bahar ve ayrılık

Bahar, alıp başını gitmelerin mevsimidir. Sebepsiz yere bazen... Önünü ardını hesaplamadan... Hesapsız, kitapsız çekip gitmelerin mevsimidir bahar...
Bir bakarsınız kekik kokulu bir nisan sabahı koparıp alıverir sizi hayattan... Çiçek açmış bir kiraz ağacının hayaliyle yollara düşersiniz.
Demir alır gönlünüzün limanındaki gemiler... Açılır gidersiniz...
Aradığınız belki yüzülmemiş denizlerdir, belki keşfedilmemiş sevdalar, belki hiç yazılmamış satırlar...
Yüzmenin, sevmenin, yazmanın heyecanıyla coşarsınız.
Dünyaya sırtınızı dönüp yürürken, o yaşanmamışlıkların izini sürersiniz kuytularda... Ve çoğu zaman kendinizle karşılaşırsınız umulmadık bir köşebaşında...
Elele tutuşur yürürsünüz içindeki çocukla...
O'nu büyütmekten korkarak...

* * *

Önünde bir nisan sağanağı varsa, geriye dönüp bakası gelmez insanın...
Oysa fotoğrafları henüz tazedir dünün ayazlı gecelerinin... Kışı birlikte aştığınız dostluklar sımsıcak durur yüreğinizde... Sadakatin ve yerleşikliğin güvenli kolları huzur vaadeder ardınız sıra...
Gel gör ki baharın kokusu dayanılmazdır. Ilık bir rüzgar ruhunuzdaki isyanı okşar. "Hadi sokağa" diye bağıran sirenler çalar içinizden... Derinliklerinizde tutuşturulmayı bekleyen alevler kı vılcımlanır. Kalbinizden havalanan güvercinlere şaşakalırsınız.
Sanki gitmek sadakattir: kalmaksa ihanet...
* * *

Can Dündar

********

7 Mart 2009 Cumartesi

Bir çizik atmak..


Yaşadıklarımız gözümüzün önünden geçer zaman zaman, en çok da yürek bulutlu bir gökyüzü gibi hüzün dolduğu zaman..

Yağmaya hazır gökyüzü gibi, akmaya hazır yaşlarla dolu gözlerimiz dalar bilinmeyen bir noktaya..

Nedir hayat??

Sorgulamayacağım en azından bugün..

Neyi sorgulayım ki..

Yarın Dünya Kadınlar Günü..

Önemli yani!!

Ne demek..

Çok önemli gün..

Klasik söylemler, klişe dilekler, hatta kadın temalı şarkılarla geçirilen bir gün..

Ha bir de yeni moda bir yaklaşım daha var..Bu da kadına hediye alınması gereken bir gün kapsamına sokuldu sokulacak..

Kadın haklarını korumak adına icat edilen bir gün, yine kadının zaaflarından faydalanılarak bir tüketim gününe çevrildi çevrilecek..

Yine kadın kullanılmakta ticari amaçlı..

Aslında çok üzücü bir tablo bu..

Kadın erkeklerin bir çoğunca doğru düzgün insan yerine bile konmuyor maalesef..

Dövülüyor, aşağılanıyor, alınıp satılıyor yerine göre..

Gerekli görüldüğünde öldürülüp yol kenarına atılabiliyor , başı kesilebiliyor, şu veya bu sebeple..

Artık gazete okuyamaz oldum, ürperten kadın cinayetlerini almıyor içim çünkü..

Hadi anneydi, eşti, sevgiliydi, kadın..

Peki bu kadınları kimler öldürüyor??

Kafam kazan gibi, konu kadın olunca..

Ne söylesem nerden başlasam bilmiyorum..

Ağzım, zehir gibi..

Önce şunu anlamak lazım..

Ama öncelikle..

Kadın insan beyler, sadece insan..

Tıpkı sizin gibi..

Şiddetin hiç bir türünden hoşlanmıyor..

Sizin gibi..

Yönlendirilmekten, alınır satılır bir mal gibi değerlendirilmekten hoşlanmıyor..

Sizin gibi..

İşsizlik onun içinde sizinle aynı anlamı taşıyor..
Evde çamaşır , bulaşık yıkamaktan büyük keyif almıyor..
Sizin gibi..

Para için eşine, babasına el açmaktan hoşlanmıyor..
Sizin gibi..

Cahil olmak, cahil kalmak, eğitimsizlik, tv karşısında kapatılmıyor..

Alnan hediyeler, ruhta açılan yaralara merhem olmayı bırak, daha da acıtıyor..

Hediye karşılığı herşeyi kabul eden zayıf bir kişilik gibi algılanmak hoşuna gitmiyor..

Sizin gider mi??

......................

Anne olmak çok güzel bir duygu, ama o bile formatlı..

İlla erkek çocuğun olacak..

Yoksa sanki değerin azalıyor..

Kimse inkar etmesin, loğusa yatağında bile erkek çocukları olan kadınlar muzaffer bir komutan edasıyla yatıyor..

Suçlu onlar mı, onları buna şartlandıran toplumsal yapı mı??

................

Lütfen bugünü boş kafalı kadınları hediyeyle susturma gününe çevirmeyelim..

Böyle bir günün varlığı bile derinden derine yaralıyor, biraz düşünen kafaları..

Neden mi??

Niye dünya erkekler günü yok sizce??

Kesin klişe söylemleri..

Kadın sadece insan ve sadece bunun tescilini istiyor..

Sadece kağıt üzerinde değil ama, öncelikle kafalarda...

Bu kadar işte bugünün ve aslında kadın gerçeğinin özeti...

..............................



6 Mart 2009 Cuma

Bilmiyorum ki..


Hani bir bebek doğar..
Ağlar önce, klasik bilindik hikaye..
Hep dua edilir bebeğe, "bahtı iyi olsun" diye..
Peki gerçekte iyi baht nedir, ve kim karar verir..
Bazan düşünüyor insan hiç farkında olmadan..
Ayırdetmeye çalışıyor, doğruyu yanlışı..
Hep başkalarının yönlendirmediği, biraz kendine ait bir yaşamı kurmanın acelesiyle koşturuyor sağa sola..
Yıllar akıp geçerken ve koşullu hedeflere kilitlenmişken, çoğunlukla düşünecek vakit bile bulunmuyor.
Bu nedir acaba?
Biliyor mu gerçekte, kim nereye, neden koşuyor?
Gerçekte kim biliyor neyin ne olduğunu..
.........................

3 Mart 2009 Salı

Şairin anısına..

YÜREĞİM KANIYOR

Sakin göllerin kuğusuyduk,
Salınarak suyun yanağında.
Ve okşayarak nilüfer saçlarını gecenin.
Sonumuzun adım-adım
Yaklaştığını görürdük...

Yarılan ekmeğin buğusuyduk;
Paylaşılan zeytin tanesinin,
Yüzümüze saldıran yağmur avanesinin.
Biz hep üşüyen burnumuzu
Avucumuzda hohlayarak yürürdük.

Hiçbir hesabımız yoktu kimseyle.
Hiçbir aykırı yanımız,
Hiçbir yalanımız...
Gözüm yaşarıyor,
Yüreğim kanıyor...
Olmasaydı sonumuz böyle!..

Biri, saksımızı çiğneyip gitti.
Biri, duvarları yıktı,
Camları kırdı.
Fırtına gelip aramıza serildi.
Biri, milyon kere çoğaltıp hüzünleri
Her şeyi kötüledi,
Bizi yaraladı...

Biri şarabımızı döktü,
Soğanımızı çaldı.
Biri, hiç yoktan vurdu,
Kafeste garip kuşumuzu!
Ciğerim yanıyor,
Yüreğim kanıyor...
Solmasaydı gülümüz böyle!.

Dağlarda çoban ateşiydik,
Sarmalayarak acı bir sevda masalını
Ve hıçkırarak
Hırçın rüzgârların kavalını...
Namlunun, bağrımıza
Sinsice sokulduğunu bilirdik...

Ceylanın pınara inişiydik,
Vedalaşan birkaç damla gözyaşının;
Tenine kan bulaşan
O masum çakıl taşının...
Oysa biz dualarımızda hep
Birbirimizden daha önce
Ölmeyi dilerdik...

Bazı sorumluluklarımız vardı,
Hayata ilişkin.
Bazı basit sorularımız,
Anlaşılır bazı sorunlarımız...
Göğsüm daralıyor,
Yüreğim kanıyor...
İncinmeseydi gençliğimiz böyle...

Birer yolcuyduk,
Aynı ormanda kaybolmuş.
Aynı çıtırtıyla ürperen birer serçe.
Hep aynı kaderde buluşurduk
Sevmeye tutuklu gibi...

Birer tomurcuktuk hayatın kollarında.
Birer çiğ damlasıydık,
Bahar sabahında,
Gül yaprağında...
Dedim ya,
Hiç yoktan susturuldu şarkımız!
Yüreğim kanıyor,
Yüreğim kanıyor...
Bitmeseydi öykümüz böyle!..

Yusuf HAYALOĞLU