17 Mayıs 2009 Pazar

Sevdinse..

Yol İşareti

Sevdinse...
Aşkında yitip yok oldun,
Karıştıracaksın günü, ayları.
Sevgi yollarında ne kaide, kanun
Kendin aşmalısın bu dolayları.

Eriyip kendini yok sanacaksın
Bu derdin olmayıp özge çaresi
Sen hız hız "kazaya" uğrayacaksın
Yoktur bu yollarda yol işareti

Bahtiyar Vahapzade

11 Mayıs 2009 Pazartesi

8 Mayıs 2009 Cuma

Neydi sevmek??

BEN SENİ SEVDİM Mİ

Ben seni sevdim mi? Sevdim, kime ne
Tuttum, ta içime oturttum seni
Aldım, okşadım saçlarını, öptüm
İçtim yudum yudum güzelliğini

Ben seni sevdim mi? Sevdim elbette
Bendeydi özlemlerin en korkuncu
Çıldırırdım sen ne kadar uzaksan,
Aşk değil, hiç doymayan bir şeydi bu

Ben seni sevdim mi? Sevdim doğrusu
Sevdikçe tamamlandım, bütünlendim
Biri vardı ağlayan gecelerce
Biri vardı sana tutkun; o bendim

Ben seni sevdim mi? Sevdim en büyük
En solmayan güller açtı içimde
Ömrümü değerli kılan bir şeydin
Sen benim bozbulanık gençliğimde

Ben seni sevdim mi? Sevdim, öyle ya
Bir çizgiye vardım seninle beraber
Ve bir gün orada yitirdim seni
Ben seni sevdim mi? Sevdim, ya sen beni?


Ümit Yaşar OĞUZCAN

1 Mayıs 2009 Cuma

Geçip giden insanlar..

Güle Güle Git Baba

Ağır geldi sanırım dünyanın çilesi sana,
Ve bıktıysan artık benden,mecbur tutulmuşsun belli ki
Yolculuğa çıkıyorsun,daha erkenden
Demir aldı bak gemi,Son düdüğünü çaldı tren,
Gideceksin bilirim çare değildir sana ısrar da etsem,
Bütün sevgilerime rağmen,
Bütün yaşananlara rağmen,
Biliyorum gideceksin babam benim,
Git sevdiğim,git babam babam,
Git durmayacak zira zaman,
Zamansızda olsa gidişin çare değil,dilemek aman…
Hava sıcak olsun,
Saatlerin gongu amaçsızca, çalmasın dursun,
Ayrılı olsun aramızda ama,
Allah seni hiç unutturmasın,
Say ki sevmedik birbirimizi,
Say ki senin kazancın doyurmadı ikimizi,
Say ki hiç tutmadık ellerimizi.
Git Babam git,
Demir aldı bak gemi,
Son düdüğünü çaldı tren,
Biliyorum şimdi gideceksin,mecburiyetten,
Bir evlada bile diyemeden….
Yaşanmamış bir ömür oldu sanki,seninki
Bir mayıs akşamı bizi bırakıp ta giderken,
Yüreğime acıları salarken,
Öyle acılar çekiyorum ki, sana gitme ne olur diyememekten…..
Git baba git,belli ki memnun kalacaksın gittiğin yerden,
Bize başka bir şey bırakmıyorsun zaten,
Senin için dua etmekten…
Sevdamız hafif geldi dünyada sana
Kavuştun seni sevenine,o dünyada gerçekten

Selahattin Ölmez

22 Nisan 2009 Çarşamba

Bir şey var..

Bir Şey Var Sende
Bir şey var sende

Gönlünde sancıyan
Zelîha'nın
Kınanan aşkına özgü bir şey
Diyemediğim adını sırrına eremediğim
Bir top menekşe bir demet çiçek mi?
Aşk mı desem eski bir dert ki inceden
Can ipimi ilmek ilmek tüketen…
Bir şey var sende
Vardıkça, göğün kaybolan derinliğinde
Yalnızlığın sihirli elmas gözlerinde
Tut ki rüyaları
Yarı kalmış sevdaların peşinde
Uzatmak uzatmak gibi bir şey
Hangi yağmur döndü
Düşmeden acıkmış karnına toprağın
Hangi has bahçe
Sakladı şakıyan bülbülleri seherden
Bir şey ki Kevser’den
Yarı sıcak nisanlar gibi sevecen
Kır çiçekleri gibi masum
Zambaklar gibi nazlı bir şey
Bir şey var sende
Açılmamış bir gonca gibi
Kendine sakladığın bir şey
Turhal - 01.04.2006
İbrahim Çam

16 Nisan 2009 Perşembe

Öylesine işte...

Ben Hiç Sensiz Kalmadım

Sisli uykulardan başladım güne bu sabah
Düş ülkemin talanıydı baskından geride kalan
Yüzümü hasretinle yıkayıp,
çaresizliğimle kuruladım
Kahvaltımın başyargıcı sen oldun,
boğazımdan geçmeyen her sürgün senin elinden
Yine senli yağmurlar yağmaya başladı gözlerimden öğleye doğru;
Çok mu içmiştin ne,
Buram buram alkol kokuyordun
Kalabalıklar öğütüp,
çoğul yalnızlıklar ürettim sokaktaki gök gürültüsünden
Koşar adım geçtim de ömür bulvarını
dönüp bakmadım ardıma ölüm de gelir diye
Vardım, hayatın ta ortasında durdum
Caddelerde yorgun ağaçlar büyüyor,
bir Eylül konuyordu evlerin damlarına
kaldırımlar usul usul akıyordu bir bunalıma
Dört yanımda dilenci kediler dolaşıyor,
ayyaş kuşlar uçuyordu yalpalayarak
Sen, sağır senfoniler fısıldayıp durdun kulağıma ben hiç sensiz kalmadım
Ne yedik, ne yemedik hatırlamıyorum ama
akşam da sen vardın yine soframda
Üç oldun, beş oldun,
çoğaldın
Avuç avuç, renk renk tükettim seni
Hangisi gerçek sen, şaşırdım
Dişlerimde paslı insan kokusu gönderimde
kan pıhtısı adrenalin genzimi yakıyordu
Elim, ayağım buz kesmiş, ruhumsa,
ateş topuna dönmüş yanıyordu
Kırk beş kalibre bir fay çatlağıydın beynimde
Richter bile şaşırmıştı şiddetine sızım sızım sızladın
Gözlerim,
seni yok sanıyordu ben hiç sensiz kalmadım

Alıntı

1 Nisan 2009 Çarşamba


BİR İLKBAHAR SABAHI, GÜNEŞLE UYANDIN MI HİÇ??
Bugün sabah biraz kırgın uyandım..Malum bahar üstü ne giyeceğini pek bilemez insanlar..
Genelde de erkenden inceltir üstünü, birazda bütün kışı çok kalın giysilerle geçirmiş olmanın verdiği sıkılmışlıkla..
Havada bir açar bir kapatır..Güneşli başlayıp yağmurlu kapatır derken, gelsin gribal enfeksiyonlar.

Ve en çok da polen alerjileri..
İlkbahar genelde küçük hastalıklarla geçirilir de, kimin umurunda..

Ama yinede bahar kelimesi bile ne kadar güzel..

İnsana umut veriyor yaşamak için, yeni başlangıçlar yapmak için..

Baharda insana herşeyi yapmak, mümkün görünüyor ve yaşamak güzel..

Erkenci kardelen ve çiğdemler açtı..

Şimdi sırada, sarı hindibalar var..

Onlarda açtı, açacak..

Yeşil çimenlerin arasında değiller henüz ama, o erkenci küçücük sarı varlıklar beni çok mutlu ediyor..

Her şeye, ama herşeye ve bütün kötülüklere rağmen dünya hala güzel bir yer..

Çünkü hala kardelenler, hala çiğdemler, hindibalar, papatyalar ve en önemlisi umut var..

................................

HİNDİBA

Hindiba:
Hem salatalarda, hem de haşlanarak zeytinyağı ve limon ilavesiyle kullanılabilen hindiba iyi bir idrar söktürücüdür.
Karaciğer hastalarının, romatizmalıların ve şeker hastalarının sofralarının başköşesine oturtması gereken otlardan biridir hindiba ve bunlardan başka bağırsakları yumuşatır, müzmin romatizma, gut, böbrek ve safra kesesi hastalıklarında yararlıdır.
Hindiba köklerinden yapılan kahve iyi bir iştah açıcıdır.
Romatizma hastaları ilkbahar ve sonbaharda 4-6 hafta arası sabah ve akşam hindiba çayı içerek kür yapabilirler ve faydasını da hızla görürler.
Hindiba çayı hazırlamak için kişi başına 1-2 tatlı kaşığı doğranmış hindiba kullanılır.

.......................


....................

28 Mart 2009 Cumartesi

Neydi yaşamak..


Hani uykusu kaçar insanın, yerli yersiz ilerleyen yıllarda..
Oysa ne kolay uyunur, ömür henüz uzun, ölüm uzakken ufuk çizgisinden..
Düzeltiyorum, öyle değildir de aslında, bizce öyle sanılırken..
Bazan yağmur seyredilir, bazan incecik yağan kar, dalan gözlerle bir cam ardından..
Gözler dolar, iç yanar, hüzün kol gezer insanın göz bebeklerinde..
İnsan sahip olduğunu varsaydıklarını düşünüp, ki aslında hiç bir şeye sahip değildir, avunmaya çalışırken aslında anlar, hayatının nasıl bir kuru tarla olduğunu..
Hepsi bir avuntudur hayat oyununda..
Avutmaz insanı ne iş,ne para, ne pul..
Onlarda yoktur ya çoğunlukla..
Yarısı yenmiş bir sabah simidi gibidir ömür.. Soğuk, tatsız ve kuru..
Dışa akamayan gözyaşları genze kaçan deniz suyu gibi yakar, yakar..
Niye bu kadar zordur konuşmak, yeri geldiğinde niye dökülmez dudaktan kelimeler..
Nedir kısıtlayan bizleri konuşmaktan bile, ölümlü olduğumuz biline biline ve aslında çokda istenirken konuşmak...
Bazan bir kaç saat, bazan tek bir gün yeterlidir kelimelere dökmek için, yıllaraca birikenleri..
Zaman ırmağı çok hızlı akmakta..
Zaman yok ki, yarın konusunda..
İnsan ölümlü ölümlü olasında keşkeler kızgın yağ misali içi dağlamakta..
Merhemde ulaşamaz, zamanda kapatamaz..
Zaman iyi öğretmendir ama, sevginin üstünü örtmekle yetinir ince bir tülle, tümden silmeye o da kıyamaz..
Zaman bilirki sevgi olmazsa onunda hükmü kalmaz..
...........................
Yine ninem geldi aklıma..
Bana anlattığı mutlu biten masallar..
Hani gökten üç elma düşmüş nakaratı ile başlayıp, bir ömür mutlu yaşamışla biten..
Bazan tek bir güne sığar mı bir ömür, merak ettiğim bu bazan..
...............................

Zamanın ninnisi

HAYATA DAİR
Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat,soluk almak güçleştiğinde, yüreğin susup,mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını,dağlara dönmeli yüzünü insan.
Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli yüreğini ferahlatacak;yeni insanlarla tanışmalı, yeni keşifler yapacak...
Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa,gerçekleştirmeyi denemeli!
Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını;zamanın bir nehir, kendisinin bir sal olup da,O dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı.
Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler,her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri;küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin,bir kaç durak önce inip servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar,yüreğine takmalı güneş gözlüklerini; gördüğünü hissedebilmeli!
Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,değerli olabilmeli hayat!
İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için!
Başkasının yerine koyabilmeli kendini;ağlayan birine'gül',inleyen birine'sus'dememeli!
Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!Şu; adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı;sevgisiz, soysuz kalarak!
Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden,derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine...
Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir,seher yeli okşamalı saçlarını...
Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna;fırtınada boranda; öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!
Bir çocuğun ilk adımlarında umudu;bir gencin düşlerinde geleceği;bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli!
Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi,mutlu etmeden mutlu olmayı beklememeli!
Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı;bir fırsat yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için;Çünkü; hiç düşmemişsen,el vermezsin kimseye kalkması için,hiç çaresiz kalmamışsan,dermanı olamazsın dertlerin;ağlamayı bilmiyorsan,neşesizdir kahkahaların;merhaba dememişsen,anlamsızdır elvedaların...
Ne, herkesi düşünmekten kendini,ne; kendini düşünmekten herkesi unutmamalı!
Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın;hep vermek ya da hep almak için...
Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere...
Hafızası olmalı insanın;hiç değilse, aynı hataları, aynı bahanelerle tekrarlamaması için!Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak!
Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!
Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi;ama, kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki,hakkını verebilsin sevdiklerinin;zaman bulabilsin; bir teşekkür, bir elveda için...
Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer;asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten; ama,herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan!
Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı!
ALINTIDIR

25 Mart 2009 Çarşamba

Bugün ben bir çiçek gördüm..


Bugün baharın ilk çiçeğini gördüm yaşadığım şehirde.

Onun bir özelliği vardı, doğaldı , doğada açmıştı..

İncecik başını uzatmıştı topraktan..

Toprak nemliydi, yumuşaktı..

Zor olmamıştı zarif çiçek için..

Toprak çiçeğe, çiçek bahara kendini hazırlamıştı..

Çiçek küçük mor- beyaz bir çiğdemdi..

Yerden sadece bir kaç cm uzundu..

Ama ne kadar güzeldi..

Birini hatırladım.

Çok soğuk ve uzak bir şehirde yaşardı..

Çiçeklerin geç açtığı bu şehirde, en önce açan, bu küçük çiçekleri görmek için martın ilk haftasından itibaren şehrin dışına çıkardı..

Küçücük çiğdemler nasılda umut oludu o soğuk iklimde baharı bekleyen kadın için..

Çiğdem bana onu anımsattı..

Dileğim küçük bahar çiğdemlerinin, herkese umut olması..

Umut her zaman vardı..

..........................

24 Mart 2009 Salı

Güneşli Kar


Bahar, bahar, bahar..
Gelmesi dört gözle beklenen mevsim..
Hayatta böyledir ya..Hep bir bahar beklenir..
Baharın adı bazan bir sınav sonucu, bazan bir ev, bazan bir iş, bazan bir ayakkabı, bazan bir özlenen, ya da ne bileyim temiz çıkması beklenen bir test sonucudur..
Böyle gelir geçer ömür, sonuçda insanın kendini tanımasına bile yetmez verilen süre, başkalarını tanımak ne mümkün..
Her şey apar topar hızla yaşanır, yapılır ve hazırlıksız yakalanılır ölüme yaş kemale erse bile..
Neden böyle, niçin böyle bilinmez ki, demek ki oyunun oynanma biçimi bu..
................................

23 Mart 2009 Pazartesi

papatya

Papatya Çiçeği ( Nazan )
..................
Sen mahallenin en güzeli
Ben mahallenin kabadayı erkeği
Sen saçına takardın papatya çiçeği
Ben omzuma atardım çeketi

Elli adım öteden yayılırdı kokun
İçime çekerdim bütün havayı
Her dafasında kesişirdi yolumuz
Erim erim erirdi bu kabadayı

Hep içim burkulurdu seni gördüğümde
Farkımız çoktu aramızda,farkındaydım
Sen tahsilli, okumuş idealleri olan biriydin
Ya ben, boş gezenin boş kalfasıydım

Geceleri pavyonlara korumalık yapardım
Ne yosmalar iş atardı da, dönüp bakmazdım
Papatya çiçekli sevdamdın sen benim
Seni bir an bile aklımdan çıkaramazdım

Sabaha karşı dönerdim eve, yarı sarhoş
Her defasında anacığım,utan derdi boyundan posundan
Nazan derdim ana, ana Nazan
Derdi, önce adam ol adam, sonra sevdalan

Ah ah, bilmezdi içimde kopan fırtınaları
Kaç mahallede adını bağırmışımdır gece yarıları
Sonu olmayan bir sevdanın peşinden gidiyordum
Alıştırmıştım kendime seni severek yaşamayı

Aşkın önünde duramıyor insan, kabadayıda olsa
Öyle bişey ki o, süt dökmüş kediye dönüyorsun
Yakarsın, yıkarsın ortalığı biri gelip tiske vursa
Aşk vurduğunda susuyorsun

Biz uzaktan severiz ama yürekten severiz
Biz aşkı sevgilinin gözlerinde yaşarız
Git dediğinde çekip gitmesinide biliriz
Gömeriz sevdaları göz yaşlarımıza
Akıtmayız yaşları içimizden ağlarız
...................
27 Ocak 2001
Ş.Ozan Özdemir
...........................

22 Mart 2009 Pazar

Menekşe

Mor Menekşe Solmamalı....

Mor menekşe solmamalı,
Gözler yaşla dolmamalı,
Seven zalim olmamalı,
Mor menekşe solmamalı.

Menekşe boynunu bükmüş,
Sanki o dünyaya yükmüş,
Bildim sevdan çok büyükmüş,
Mor menekşe solmamalı...

Yusuf Önder Bahçeci

20 Mart 2009 Cuma

Sevgi Kokusu


Hayatın bir rengi vardır doğru..


Bazan gök mavisi, bazen deniizn engin mavisinde dalgalanan bir huzur, bazan kırmızı bir narçiçeğinin yaprağında neşe ne bileyim yağan karın altında beyazdır mesela


Bize her renk bir şeyi çağrıştırır değil mi, farkında olmasakda değil mi??

Peki ya hayatın bir kokusuda varmıdır sizce??


Hatta sevginin kokusu var mıdır yaşamın içinde?


Aç ve yorgun gelinen bir evde pişen sıcak bir çorbanın kokusu sevginin kokusu olabilir mi yerine göre..


Veya ne bileyim küçük bir çocuğun elinden alınan bir papatya mesela, buruna götürüldüğünde duyulan koku küçük çocuğun minicik yüreğindeki sevginin kokusu olabilir mi, veya sevecen bir elden alınan kırmız bir gül, mor menekşe bir yüreğin sevgisinin kokusunu taşıyabilir mi size..


Neden olmasın..


Sevginin de vardır bir kokusu..
Hemde ne eşsiz bir koku..


Bazan bir kap yemekte, bazan çok güzel bir çiçekte, bazansa yağmur sonrası gelen bir sabah esintisinde..


Koklayın havayı hak verceksiniz..
VE HERKESİN SEVGİSİNİN KOKUSUDA KENDİNE ÖZGÜ..


....................

12 Mart 2009 Perşembe

Bahara merhaba

Bahar ve ayrılık

Bahar, alıp başını gitmelerin mevsimidir. Sebepsiz yere bazen... Önünü ardını hesaplamadan... Hesapsız, kitapsız çekip gitmelerin mevsimidir bahar...
Bir bakarsınız kekik kokulu bir nisan sabahı koparıp alıverir sizi hayattan... Çiçek açmış bir kiraz ağacının hayaliyle yollara düşersiniz.
Demir alır gönlünüzün limanındaki gemiler... Açılır gidersiniz...
Aradığınız belki yüzülmemiş denizlerdir, belki keşfedilmemiş sevdalar, belki hiç yazılmamış satırlar...
Yüzmenin, sevmenin, yazmanın heyecanıyla coşarsınız.
Dünyaya sırtınızı dönüp yürürken, o yaşanmamışlıkların izini sürersiniz kuytularda... Ve çoğu zaman kendinizle karşılaşırsınız umulmadık bir köşebaşında...
Elele tutuşur yürürsünüz içindeki çocukla...
O'nu büyütmekten korkarak...

* * *

Önünde bir nisan sağanağı varsa, geriye dönüp bakası gelmez insanın...
Oysa fotoğrafları henüz tazedir dünün ayazlı gecelerinin... Kışı birlikte aştığınız dostluklar sımsıcak durur yüreğinizde... Sadakatin ve yerleşikliğin güvenli kolları huzur vaadeder ardınız sıra...
Gel gör ki baharın kokusu dayanılmazdır. Ilık bir rüzgar ruhunuzdaki isyanı okşar. "Hadi sokağa" diye bağıran sirenler çalar içinizden... Derinliklerinizde tutuşturulmayı bekleyen alevler kı vılcımlanır. Kalbinizden havalanan güvercinlere şaşakalırsınız.
Sanki gitmek sadakattir: kalmaksa ihanet...
* * *

Can Dündar

********

7 Mart 2009 Cumartesi

Bir çizik atmak..


Yaşadıklarımız gözümüzün önünden geçer zaman zaman, en çok da yürek bulutlu bir gökyüzü gibi hüzün dolduğu zaman..

Yağmaya hazır gökyüzü gibi, akmaya hazır yaşlarla dolu gözlerimiz dalar bilinmeyen bir noktaya..

Nedir hayat??

Sorgulamayacağım en azından bugün..

Neyi sorgulayım ki..

Yarın Dünya Kadınlar Günü..

Önemli yani!!

Ne demek..

Çok önemli gün..

Klasik söylemler, klişe dilekler, hatta kadın temalı şarkılarla geçirilen bir gün..

Ha bir de yeni moda bir yaklaşım daha var..Bu da kadına hediye alınması gereken bir gün kapsamına sokuldu sokulacak..

Kadın haklarını korumak adına icat edilen bir gün, yine kadının zaaflarından faydalanılarak bir tüketim gününe çevrildi çevrilecek..

Yine kadın kullanılmakta ticari amaçlı..

Aslında çok üzücü bir tablo bu..

Kadın erkeklerin bir çoğunca doğru düzgün insan yerine bile konmuyor maalesef..

Dövülüyor, aşağılanıyor, alınıp satılıyor yerine göre..

Gerekli görüldüğünde öldürülüp yol kenarına atılabiliyor , başı kesilebiliyor, şu veya bu sebeple..

Artık gazete okuyamaz oldum, ürperten kadın cinayetlerini almıyor içim çünkü..

Hadi anneydi, eşti, sevgiliydi, kadın..

Peki bu kadınları kimler öldürüyor??

Kafam kazan gibi, konu kadın olunca..

Ne söylesem nerden başlasam bilmiyorum..

Ağzım, zehir gibi..

Önce şunu anlamak lazım..

Ama öncelikle..

Kadın insan beyler, sadece insan..

Tıpkı sizin gibi..

Şiddetin hiç bir türünden hoşlanmıyor..

Sizin gibi..

Yönlendirilmekten, alınır satılır bir mal gibi değerlendirilmekten hoşlanmıyor..

Sizin gibi..

İşsizlik onun içinde sizinle aynı anlamı taşıyor..
Evde çamaşır , bulaşık yıkamaktan büyük keyif almıyor..
Sizin gibi..

Para için eşine, babasına el açmaktan hoşlanmıyor..
Sizin gibi..

Cahil olmak, cahil kalmak, eğitimsizlik, tv karşısında kapatılmıyor..

Alnan hediyeler, ruhta açılan yaralara merhem olmayı bırak, daha da acıtıyor..

Hediye karşılığı herşeyi kabul eden zayıf bir kişilik gibi algılanmak hoşuna gitmiyor..

Sizin gider mi??

......................

Anne olmak çok güzel bir duygu, ama o bile formatlı..

İlla erkek çocuğun olacak..

Yoksa sanki değerin azalıyor..

Kimse inkar etmesin, loğusa yatağında bile erkek çocukları olan kadınlar muzaffer bir komutan edasıyla yatıyor..

Suçlu onlar mı, onları buna şartlandıran toplumsal yapı mı??

................

Lütfen bugünü boş kafalı kadınları hediyeyle susturma gününe çevirmeyelim..

Böyle bir günün varlığı bile derinden derine yaralıyor, biraz düşünen kafaları..

Neden mi??

Niye dünya erkekler günü yok sizce??

Kesin klişe söylemleri..

Kadın sadece insan ve sadece bunun tescilini istiyor..

Sadece kağıt üzerinde değil ama, öncelikle kafalarda...

Bu kadar işte bugünün ve aslında kadın gerçeğinin özeti...

..............................



6 Mart 2009 Cuma

Bilmiyorum ki..


Hani bir bebek doğar..
Ağlar önce, klasik bilindik hikaye..
Hep dua edilir bebeğe, "bahtı iyi olsun" diye..
Peki gerçekte iyi baht nedir, ve kim karar verir..
Bazan düşünüyor insan hiç farkında olmadan..
Ayırdetmeye çalışıyor, doğruyu yanlışı..
Hep başkalarının yönlendirmediği, biraz kendine ait bir yaşamı kurmanın acelesiyle koşturuyor sağa sola..
Yıllar akıp geçerken ve koşullu hedeflere kilitlenmişken, çoğunlukla düşünecek vakit bile bulunmuyor.
Bu nedir acaba?
Biliyor mu gerçekte, kim nereye, neden koşuyor?
Gerçekte kim biliyor neyin ne olduğunu..
.........................

3 Mart 2009 Salı

Şairin anısına..

YÜREĞİM KANIYOR

Sakin göllerin kuğusuyduk,
Salınarak suyun yanağında.
Ve okşayarak nilüfer saçlarını gecenin.
Sonumuzun adım-adım
Yaklaştığını görürdük...

Yarılan ekmeğin buğusuyduk;
Paylaşılan zeytin tanesinin,
Yüzümüze saldıran yağmur avanesinin.
Biz hep üşüyen burnumuzu
Avucumuzda hohlayarak yürürdük.

Hiçbir hesabımız yoktu kimseyle.
Hiçbir aykırı yanımız,
Hiçbir yalanımız...
Gözüm yaşarıyor,
Yüreğim kanıyor...
Olmasaydı sonumuz böyle!..

Biri, saksımızı çiğneyip gitti.
Biri, duvarları yıktı,
Camları kırdı.
Fırtına gelip aramıza serildi.
Biri, milyon kere çoğaltıp hüzünleri
Her şeyi kötüledi,
Bizi yaraladı...

Biri şarabımızı döktü,
Soğanımızı çaldı.
Biri, hiç yoktan vurdu,
Kafeste garip kuşumuzu!
Ciğerim yanıyor,
Yüreğim kanıyor...
Solmasaydı gülümüz böyle!.

Dağlarda çoban ateşiydik,
Sarmalayarak acı bir sevda masalını
Ve hıçkırarak
Hırçın rüzgârların kavalını...
Namlunun, bağrımıza
Sinsice sokulduğunu bilirdik...

Ceylanın pınara inişiydik,
Vedalaşan birkaç damla gözyaşının;
Tenine kan bulaşan
O masum çakıl taşının...
Oysa biz dualarımızda hep
Birbirimizden daha önce
Ölmeyi dilerdik...

Bazı sorumluluklarımız vardı,
Hayata ilişkin.
Bazı basit sorularımız,
Anlaşılır bazı sorunlarımız...
Göğsüm daralıyor,
Yüreğim kanıyor...
İncinmeseydi gençliğimiz böyle...

Birer yolcuyduk,
Aynı ormanda kaybolmuş.
Aynı çıtırtıyla ürperen birer serçe.
Hep aynı kaderde buluşurduk
Sevmeye tutuklu gibi...

Birer tomurcuktuk hayatın kollarında.
Birer çiğ damlasıydık,
Bahar sabahında,
Gül yaprağında...
Dedim ya,
Hiç yoktan susturuldu şarkımız!
Yüreğim kanıyor,
Yüreğim kanıyor...
Bitmeseydi öykümüz böyle!..

Yusuf HAYALOĞLU

28 Şubat 2009 Cumartesi

Günaydın olsun yazıyı okuyan herkese..
Muhabbet çiçeği, beni mimlememiş ama, bende o konuda yazmak istiyorum yeniden..
Ah bu okullar..
Ne çok şey öğrendik oralardan..
Hani derler ya, hayat okulda öğrenilmez diye, ben katılmıyorum nedense...
Hayat tamamen okulda da öğrenilebilir, duruma göre..
Eğitimin tanımı nedir ki en başta??
"Başkalarının tecrübelerinden faydalanmak", kimine göre..
Bu imkanı bulamayanları eleştirmek değil derdimiz..
Ama kendini geliştirmenin yeri, okullar kabul etmek lazım bence..
Yoksa insan kendini geliştirmek için kadın programları izleyip, mesela beyin ameliyatı yapamaz ki..
........................
Bunlar değil yazmak istediğim, muhabbet çiçeğimin anlattığı konu..
İnsanın okul yılları hayatının en özel, en güzel zamanları aslında..
Herşeyi öğrenir insan, orada..
Okumayı yazmayı, oturmayı kalkmayı, Disiplini-düzeni, 45 dakika aynı yerde oturabilmeyi ki, bunun bile özellikle bir çocuk için basit bir şey olduğunu düşünmüyorum..Ve belki en sonunda mesleki bilgileri oradan aldık.
Hayatımızı kazanabilme becerisini orada kazandık, genel olarak..
Ve sevgili öğretmenlerimiz..
Onlardan hep etkilendik..
.....................
Muhabbet çiçeğim bir anısını paylaşmış bende paylaşacağım bir anımı..
......................
Ama nasıl ve nerden başlayacağımı bilemiyorum açıkçası..
Üniversitede de olur benzer etkileşmeler..
Yani hocasına ilgi duyan öğrenciler..
Üstelik burada, karşınızdaki öğrenci çocuk da değildir..
Tamam çok gençtir hocaya göre ama çocuk değildir kesinlikle..
Daha doğrusu bu tip etkileşmeler her yerde, ve her durumda olabilir..
Zaten akıl değil, duygu kontrollü olduğundan ve duygular çok da statükoya takılmadığından nasıl engellenebilir ki bu etkilenmeler, hayranlıklar..Dağ köyündede geçerlidir bu kurallar, başka yerlerdede..Çünkü temel, insan olmak..
Temelde vardır işte, Ademle Havvadan beri..
İnsanlar ekrandan gördüklerine bile sevgi duyabilirken, hergün gördüğü, sesini, yüzünü, tavrını duruşunu gördüğü birinden etkilenir rahatlıkla..
Muhabbet çiçeğimde olduğu gibi..
Bunda bir mantık aramanın, mantığıda yok..
...................................
Derse girdiniz, derste sürekli sizi izleyen biri..
Dışarı çıktınız, kapının önünde..
Odaya girdiniz, köşe başında..
Öğrenciniz adeta fantom karınca, söz konusu sizi izlemek olunca..
Siz nerede o orada..
Yüzünde hep o masum gülümseme..
Sanki sizi de özellikle izlemiyor havasında.
Zaten okul orası, öğrencinin her yerde bulunma hakkıda var yasal olarak..
Ne diyeceksiniz çağırıp, beni izlememe yada ilgilenme mi?
Uygun değil ki??
..............................
Konu derin bırakıyorum burada..
Nede olsa amatörüm yazmak konusunda, hoşgörüle hatalarım.
..........................

27 Şubat 2009 Cuma

Küçük kızın düşleri..

Bir türkü dinliyorum sabah sabah..
"Garip bir kuştu gönlüm, elimden uçtu gönlüm", diyor..
Aslında hayatta böyle değil mi?
Yeni bir gün başlıyor, kısmen uçtu bile..
Öyle hızla akıyorki yaşam ve aslında zaman, tutmak mümkün değil..
Hani derler ya, "ibret istiyorsan mezarlığa git", diye öyle işte..
Elimizden kum taneleri akıyor hızla..
Neden o zaman bu kadar kırgınlık, hırs ve çaba..
Tamam çalışmalı, üretmeli bunun getirdiği mutluluğuda paylaşmalıyız kabul..
Ama çok abartmamak , yol üstündeki küçücük mutluluk istasyonlarında dinlenmek koşuluyla..
Yoksa hedeflerimize ulaşamayız..
Neler mi bu mutluluklar?..
Kişiye göre değişir tabiki..
Bazan demli bir bardak çay, bazan etli yaprak sarması bazan, bir dal çiçek, bazan telefonda çok sevilen bir sesin duyulması..
Çok var aslında, onları görmek lazım..
Çiçekten kolyeler gibi takmak lazım boyuna..
Başkaları gördüğünde sizin mutluluğunuzu onlarda da tebessüm oluşturmak lazım..
Geçmiş geçmiştir..
Yarınsa meçhul..Ama bugün yaşıyorsak şayet değerini bilmek lazım, öğle değil mi?
Belki akşam bile görülemeyecek ne malum..
Küçük bir kız gibi hayal kurmak lazım, mutluluk üstüne..
Yeni bir bebek, yeni bir kitap, yeni bir elbise belki..
Küçük kızın düşleri..
Ama en çokda sevgi.
Bizi sevmesi için insanların önce bizİm sevmemiz lazım..
BEN SEVİYORUM OKURLARIMI..
........................

Bugün Aylin arkadaşımın bloğunda bir yazı vardı..Arkadaşım diyorum onun hoş görüsüne sığınarak, çok yeniyim çünkü, bir yazı okudun ve geriye gittim elimde olmayarak..


Hayatımızda ne çok iz bıraktı öğretmenlerimiz..


Bazan negatif ama çoğunlukla da pozitif..


Onun işlediği konu farklıydı..


Sorusu şu, siz hiç öğretmeninize aşık oldunuz mu??


Öğretmenlerimiz her anlamda biçimlendirdi hayatımızı..


Sadece bilgi anlamında değil, oturmayı, kalkmayı ne bileyim konuşmayı belki, ben kendi adıma çok şey öğrendim onlardan ama, arkadaşımızın sorusu farklı..


İnsan öğretmenine aşık olur mu?


İlk bakışta ters geliyor insana..


Öyle ya yaşça kendisinden büyük, çoğu evli barklı bir öğretmene niye aşık olur hayatının başındaki yada baharındaki insan..Etrafta yaşıtı ve kanı kaynayan o kadar kişi varken..


Bilinmezki..


Ama psikolglar normal bu tip platonik etkeileşmeler diyor..


Onların yalancısız bizde.


Sonuçda insan psikolojisi uzmanlık alanımız değil..


Bir kere sanki biraz onların sosyal durumları etkili olabilir sanki..


Hani gayet bilgili gelir belki bize..Bilemiyorum..Ya da bir şekilde hoşa gider halleri..Yaş da müsait öğrencilerde etkilenme anlamında..


Bizimde vardı lisede bir tarih hocamız..


Çok hoş bir hanımdı..Çok iyi giyinir, çok iyi yapardı işini..


Hayranı çoktu, bilirdik..


En başta çok güleryüzlüydü, belki buydu sebep bilmiyorum ki..


Geriye gittim bugün anılarda, okuduğum bir yazı ile..


.......................

26 Şubat 2009 Perşembe

Yaşama sebebi..


Yaşım ilerledikçe paylaşımın değerini daha çok anladım..


Pek çok insan gibi..


Çocukken pek farkında olmuyor insan..


Laf aramızda bencil de oluyor çocukluk.


Topunu, bisikletini veya bebeğini paylaşabilen çocuk sayısı gayet az..


Ama yıllar ilerledikçe bir bir ve son belirmeye başlayınca yavaş yavaş, hayatın ortalarında bir yerde, paylaşmanın değeri ve önemi ortaya çıkıyor..


Bazan bir dilim ekmeği, bazan bir acıyı, bazansa bir mutluluğu.


İnsan paylaşmak istiyor hayatı, en çok da sevgiyi..


Çükü öğreniyor ki, paylaşılmayan her şey yarım, herşey eksik..


Hep o his değil mi, bizi sevginin peşinde koşturan..


Herşeyi paylaşacabileceğimiz bir can bulmak arayışına iten gerçek..


Ve nerede bulunur bu can, hiç belli olmaz ki..


Bu aslında en büyülü şey..


Bazan kolayca olur, bazansa kaf dağının ardındaki zümrüdü anka kuşu gibi..


Sanki insan aslında dünyaya sadece bunun için gelmiş gibi..


..............................

Not: Benimle bilgisini paylaşan, muhabbet çiçeğine..

.....................




25 Şubat 2009 Çarşamba

Acaba son gün mü??


Bugün sabah dışarı çıktığımda, biraz uykusuz ve de çalışmaya gönülsüz, yüzüme çok güzel bir hava çarptı..

Ne soğuk ne sıcak..

Gerçi soğuğa daha yakın ama ben işe olumlu tarafından bakmaya çalışıyorum..

Sanki hava biraz aydınlanmış, gökyüzü yükselmiş gibi..

Bana mı öyle geliyor, yoksa bahar sahiden mi geliyor..

Sanki bahar gelirse krizin etkileri bile azalacak gibi

Öyle geliyor bana nedense..

Nedense umut doluyor içim, insana dair, yaşama dair güzel olan herşeye dair..

Ömür dediğin göz açıp kapayana kadar geçiyor..

Zaten üç günlük bir şey gibi..

O yüzden çok klişe ama, yaşanan her günün hatta her anın değerini bilmek lazım..

Bugün son günmüş gibi yaşamak lazım hayatı..

Aksini kim iddea edebilir ki zaten..

...........................



24 Şubat 2009 Salı

Karanlıkta yalnız papatya


Hani bazan çıkmazlara girer insan..Hani kalır ya karanlıklarda..

Hani çok ister çözmeyi düğümleri, çözemez kanar elleri...
Hani vurur kendini sağa sola, durumu kabullenemez.

Böyle bir şey işte..

Geçenlerde bir şey okudum.

İnsan uyuyunca geçici olarak felç oluyormuş bilinci ve vücudu.

Uyanınca da ilk bilinç üzerinden kalkıyormuş felç durumu, sonra bedenden.

Eğer beden üzerinden kalkmadan geçici felç, bilinç açık oluyorsa, hani kabus görüldüğünde mesela istesenizde elinizi kolunuzu oynatamama durumu ortaya çıkıyormuş. Karabasan dedikleri..Bilinç açık yani herşeyi görüyor duyuyor ama, felçli bedeninizi hareket ettiremiyorsunuz.Ne kötü..

Bazanda bilinç kapalıyken, beden üzerindeki felç kalkıyor ve uyurgezerlik gelişiyormuş..
Diğerinin tam tersi..Beden dolaşıyır ama, bilinç kapalı olduğundan durumdan habersiz ..

Ne ilginç değil mi?

Evet bazan duygusal anlamda da yaşıyor insan bunları..

Felç oluyor bedeni aklına uyamıyor, bazanda bilinci kapanıyor adeta düşünemiyor doğruyu yanlışı..

Karanlıkta kalmış, yalnız bir papatya gibi..

Sahi papatya karanlıktan korkar mı sizce?

........................

23 Şubat 2009 Pazartesi

Başlangıç için papatya


Papatya ayrı bir şey..Bütün çiçekler içinde farklı bir yeri var.
Sahi papatya sevmeyenimiz var mı?
Yok diyenler için, işte papatya..
...........................

PAPATYA

Mayıs papatyası (Matricaria chamomilla L.), ülkemizde adi papatya, babunç, tıbbi papatya yada sadece papatya adlarıyla bilinir. Papatya; genelde balçıklı topraklarda, orman çayırlıklarında, eğimli topraklarda, tahıl, mısır, patates ve şalgam tarlalarında yetişir. Gitgide yaygınlaşan yapay gübre ve kimyasal ilaçların kullanımı yüzünden, çok değerli papatyamızın yaşama alanları her geçen gün biraz daha daralmaktadır. Fakat, kar yağışlı kışlardan ve yağmurlu ilkbaharlardan sonra alışılmıştan daha fazla yetişir. Yabani papatya ile arasındaki fark, sarı çiçek tabanının içinin oyuk ve kokusunun daha etkili ve hoş oluşudur. Çiçekler sapsız olarak, mayıstan ağustosa kadar, öğlen güneşinde toplanmalıdır.
Çocuklara özellikle, kramplarda ve karın ağrılarında papatya çayı içirilebilir. Papatya çiçeği, gaz birikiminde, ishalde, deri döküntülerinde, mide rahatsızlıklarında ve balgamlanmalarda yardım eder. Ayrıca, adet görme aksaklıklarında, adet görememe hallerinde ve daha başka nitelikteki, dölyatağı (rahim) şikayetlerinde, uykusuzluk, testis iltihabı, yüksek ateş, yara ve diş ağrılarında yardımcı olabilir. Papatya, terletici, sakinleştirici ve kramp çözücü etkilere sahip olmasının yanı sıra, her tür iltihaplanmalarda ve özellikle mukoza iltihaplarında dezenfeksiyon ve iltihap kurutucu olarak kullanılabilir.
Göz ve gözkapağı iltihaplarında, kaşıntılı ve akıntılı deri döküntülerinde dıştan
kompres ve yıkama olarak, diş ağrısında gargara olarak ve ayrıca yaraların yıkanmasında kullanılır.
Bir olay yüzünden kızgınlığa kapıldığınızda veya sinirlendiğinizde, hemen bir bardak
papatya çayı içiniz; kalbiniz zarar görmeden, hemen sakinleşeceksiniz.
Ağrılı bölgelere, kurutulmuş papatya ile doldurulmuş
sıcak yastıklar koymak (Bitki Yastığı) da özellikle önerilir. Yatıştırıcı etki içeren papatya banyoları ve yıkanmaları da tüm sinir sistemini en iyi biçimde etkiler. Ağır hastalıklardan, bitkinlik hallerinden sonra kendinizi çok iyi hissetmeye başlayacak ve rahatlayacaksınız. Yüz ve cilt güzelliği bakımında da papatyayı unutmamalısınız. Kaynatılmış bitki suyu ile haftada bir kere yüzünüzü yıkayacak olursanız, cildinizin nasıl tazelendiğini ve sağlıklı bir renk kazandığını göreceksiniz.
Saç bakımında da, özellikle saçları açık renk olanlar, kaynatılmış papatya suyu kullanmalıdırlar. Böyle yıkanacak olurlarsa, saçlarınız güzelleşecek ve göz okşayıcı parlaklık kazanacaktır.
Papatya merhemi, basura karşı kullanılabilir.
Papatya buğusu kullanarak, nezle ve sinüzit kısa sürede iyileştirilebilir. Antik çağda bile, sinir ağrıları ve romatizma, papatya yağı ile masaj yapılarak tedavi ediliyordu.
Eski bitki kitaplarında yazdığına göre,
papatya yağı, organların yorgunluğunu alır ve kaynatılmış bitki lapası hasta mesanenin üstüne uygulandığında, ağrıları hafifletebilir.

Kullanım Biçimleri:
Çay hazırlamak:
Yarım veya bir tatlı kaşığı dolusu çiçek, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar suyla haşlanır (Kaynatılmaz), 8-10 dakika demlendikten sonra süzülür.
Banyo katkısı:
Tam banyo için dört avuç dolusu, yüz veya saç yıkamak için bir avuç dolusu papatya çayı haşlanır, 10 dakika demlendikten sonra banyo suyuna eklenir.
Kompresler: Bir bardak kaynar süt, bir yemek kaşığı dolusu çiçeğin üstüne dökülür, demlenmesi için 8-10 dakika beklenir ve posası süzüldükten sonra sıcak sütle kompresler yapılır.
Bitki yastığı: Keten bezinden yapılmış bir yastık, kurutulmuş çiçeklerle doldurulur ve ağzı dikilir. Kuru bir tavda iyice ısıtılır ve hasta organın üstüne koyulur.
Papatya yağı: Güneşli havada toplanmış çiçekler, bir şişenin içine gevşekçe doldurulur ve üstüne sızma zeytinyağı, çiçekleri örtecek kadar eklenir. Şişe 14 gün boyunca, arada bir çalkalanarak ve kapağı açılarak, güneşte bekletilir. süre sonunda tülbentten süzülür ve koyu renkli şişelerde, serin bir yerde saklanır.
Papatya merhemi:
250g içyağı ( veya margarin ) tavada iyice kızdırılır ve iki avuç dolusu taze çiçek içine eklenir. Tavadakiler köpüklenmeye başlayınca karıştırılır, ağzı kapanarak serin bir yere bırakılır. Ertesi gün yeniden ısıtılır, tülbentten geçirilerek süzülür ve cam veya porselen merhem kaplarına aktarılır. Buzdolabında saklanmalıdır.
Papatya Buğusu: İçinde su kaynayan bir kabın üstüne yerleştirilen süzgecin içine, taze veya kurutulmuş bitkiler konduktan sonra, süzgecin üstü kapanır. Bir süre sonra , yumuşamış olan bu sıcak bitkiler çıkan buhar genize çekilir.
Doğal Ürünler
Şifalı Bitkilerin Kullanım Biçimleri
Şifalı Bitkilerin Toplanmaları
Referanslar:
1-"Gesundheit aus der Apotheke Gottes" "Tanrı'nın Eczanesinden Saglık", Maria Treben
2-Türkiye'de Bitkilerle Tedavi, Prof.Dr. Turhan Baytop, I.U Eczacılık Fak.
3-Franz,C. ve Vömel, A.: Ökologischer Vergleich von Kamillenkultivars-Uluslararası Tıbbi Bitkiler Kollogiumu Bildirileri 62, İzmir,1974

Alman Papatyası

Alman Papatyası (Matricaria recutita); Avrupa ve Batı Asya kökenli olup, papatya ailesinin bir üyesidir. Avrupa’ da yaygın bir şekilde tarımı yapılmaktadır. Tek yıllık, çiçekleri 5-10 mm çapında, dil şeklindeki çiçekler beyaz renkli, bir sıra ve 12-20 tanedir. Tüp şeklindeki çiçekler ise sarı renkli, çok adette ve kapitilumun ortasındadır. Çiçek tablası koni biçiminde, üzeri çıplak ve içi boştur. (Diğer papatyalardan farkı). Kokusu özel ve kuvvetli, tadı acımsıdır. Çiçekleri %1-2 oranında uçucu yağlar (matricin-chamazulen, bisabolol, bisaboloksit, bisabolonoksit), rezin, flavonlar (apigenin, luteolin, quercetin) içermektedir. Alman papatyası, mayıs veya adi papatyadan daha üstün tutulmaktadır...
....................
Not:Bazı yörelerde papatyaya,"koyun gözü" denildiğini duymuştum..Çok sevdiğim bir arkadaşımdan..
Yazı onun için..
..................

22 Şubat 2009 Pazar

Papatya


Bahar gelmekte yavaş yavaş..
Doğa toparlanmakta..Dinlendi aylarca uyuyarak, artık uyanma zamanı.
Yağmur ve kar sularıyla ıslandı saçları, artık kurutma zamanı..
Dinlendi topraklar, hiç bir şey açmadan..
Şimdi yeşillenme zamanı.
Çok bekledi insanlar görmek için..
Şimdi papatya zamanı..
............